Evrenin kapılarını açan anahtar olarak dil

“İlkokula yazıldığım gün elimde tek bir anahtar vardı Kürtçe. Hiçbir kapıyı açmadığını, daha doğrusu açmasına izin verilmediğini çok geçmeden anladım. Varlığın bir anahtarı olarak Kürtçe kendi evimin kapısını açmaya kalktığım her seferinde başkasının kapısını açmaya çalışan bir hırsız muamelesi gördüm.

Bir gün öğretmen yoklama yaparken adımı söyledi, ben de artık ezberlediğim ”buradayım” kelimesini söyleyeceğime boş bulunup “çi” deyiverdim. Kapıyı zorlayan hırsızı elindeki suç aletiyle birlikte yakalamıştı. Elindeki cetvelle ağlatıncaya kadar dövdü. Kapı kilitliydi ve kapıyı açmak için elimdeki anahtarı kullanmama izin verilmiyordu.

Dedem sıklıkla “Ya Mufettihe’l ebwab” derdi Soranlara da “Ey Kapıları Açan Allahım” demektir diye cevap verirdi. Bir anahtara mani varsa başka anahtar edinmek gerekiyordu. Öğretmen köklerimin üzerinde büyümeme izin vermiyordu, tam tersine eğilmemi bükülmemi istiyordu. Çünkü eğitim eğip bükmekten gelir. Köyün ilkokul kelimenin tam anlamıyla beni köklerimden koparmaya, başka bir kalıba sokmaya çalışan bir eğitim kurumuydu. Yarım asrı geçkin ömrümde Allah’ın bahşettiği fıtri anahtarı kullanmama engel olarak Allah’ın yarattığı evrenin kapılarını üzerime kilitleyip beni inkarın soğuk mahzeninde bükülmeye zorlayanlara karşı kapıları kurcalamaktan vazgeçmedim. Onlar sahip olduğum yegane anahtar olan Kürtçeyi elimden almak istediler ama ben üç anahtar edindim Türkçe, Arapça ve Farsça. Üstelik anadilimi kalbimin nadide bir köşesinde saklı tutarak, gönlümün ılk nefesiyle büyüterek. Türkçe, Arapça ve Farsa ile anlamlar dünyasının kapılarını açtıkça Kürtçeyi de besledim, büyüttüm, geliştirdim.

Eğitim zorunluydu, ama köyümüzde bir terbiye kurumu da hâlâ ayaktaydı: medrese. Düzenli  ve sürekli  ders alamasam da orada köklerimin üzerinde büyümeyi, beslenmeyi, gelişmeyi öğrendim. Eğitimle eğilen bükülen taraflarımı ondan edindiğim yöntemlerle onarıyordum. Mısır saraylarında köklerinden kopması için eğitilen Musa’yı ayakta tutan da öz annesinden emdiği besleyici, büyütücü, geliştirici sütle birlikte ondan aldığı terbiye değil miydi?

İlkokul beşinci sınıftın tarih dersinde öğretmen halifelik, şeriat gibi konuları anlatıyor ve onların ne kadar kötü şeyler olduklarını söylüyordu. Akşam dedeme söyledim. Dedem hayatım boyunca şiar edindiğim bir düstur verdi bana: “Onlar ne derlerse tersi doğrudur” Eğitim sürecinin ve resmi söylemin tahribatını onarmanın ilk adımı, irfan ehli dedemden ve medreseden öğrendiğim şekliyle kuşkuydu. Kuşku duydum ve kendim kaldım.

Burada anlattığım mütercimlik serüvenim aynı zamanda kendim kalma çabamın da tarihidir.”

Alıntı:
Vahdettin İnce
Çevirmen
Beyan Yayınları
2018 1. baskı
sf. 13-14

Fotoğraf: İki dil bir bavul filmi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir