Müze Ziyareti Öncesinde Okunası Bir Yazı –I

Müzeciliğin Tarihine Kısa Bir Giriş

Son yıllarda ne çok müze kelimesini duyuyoruz değil mi? Okullar kültür gezisi olarak öğrencileri müzelere götürür, sokaklar yeni açılan bir müze sergisinin ilanlarıyla dolar, çocuklara kamusal bir deneyim olarak müzelerin öneminden bahsedilir, tarih ve bilim gibi alanların sanatla birleştiği mekanlar olarak müzeler öne çıkarılır, bazen de sınıfsal bir ayırtedicilik olarak müze ziyaretleri sosyal bir statü kazanımına döner ve günümüzde sosyal medyada beğeni toplamak için araçsallaştırılır müzeler. Pandemi dönemiyle birlikte artık sanal olarak da deneyimleyebildiğimiz müzelere dair kısa bir okuma yapmaya ne dersiniz?

Öncelikle bilinmelidir ki müzeler Batı icadıdır. Kişisel koleksiyonlar her zaman vardı ancak koleksiyonların kamusallaşması Batı rönesansıyla başlamıştır diyebiliriz. İlk müze örneklerinin Antik Yunan’da görüldüğünü söyleyerek Batı modernleşmesine tarihsel bir dayanak oluşturulmak istense de[1] günümüz müzeciliği esasen Batı’daki aydınlanma süreçlerine/modernizmin doğuşuna denk düşer.[2] Büyük bir fikirsel kırılmanın dönüm noktasında Batı’da ortaya çıkan koleksiyonlar, galeriler ve müzeler sadece bilimin ve sanatın değil politikanın da gündeminde olmuştur. Çünkü o dönemde iktidar savaşları müzelerde tutulan parçalarla ilgili bir konuydu, ne kadar çok müze koleksiyonuna sahipseniz bilimi ve sanatı da yönetebilirsiniz demekti. Ki hâlâ öyledir. Hatta daha da ileri giderek günümüzde müzecilik bir sektör haline gelmiştir.

Rönesans sanatının, bilimsel buluşların ve coğrafi keşiflerin hepsi birden düşünüldüğünde nelerin kamuya açılacağı ve neden açılacağı ile neden bazı şeylerin yok edildiği veya koleksiyonlarda yer almadığı müzeciliğin tarihsel gelişimi için sorulması gereken sorulardır. Örneğin sömürgeciliğin, Kolonyalizmin ve Emperyalizmin tarihinden ayrı düşünülebilir mi müzecilik? Hayvanat bahçelerinin[3] ortaya çıkışını hatta maalesef aynı paradigmanın bir ürünü olarak icat edilen insan bahçeleri[4] projesinin nasıl bir iğrençliğe zemin hazırladığı bu meseleden ayrı düşünebilir mi?

Bir camekanın, bir tablonun, dokunulması yasak herhangi bir şeyin karşısındaki her bakış sahibinin müzelerin icadıyla ilgili bilmesi gereken en temel şey bilimin iktidarının nasıl mekânsallaştığıdır. Kişi bunun idrakinde olarak müze gezilerine katılırsa orada olmayanın peşine düşmesi ve az önce sözünü ettiğimiz soruları sorması muhtemeldir.

Müzeciliğin yükselmesi ve bilimin politikayla el ele vererek iktidarını sağlamlaştırdığı düşüncesi geçerliliğini korumakla beraber bazı müzelerin ulus inşa projesinde de kullanıldığını belirtelim. Örneğin bu niyetle Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’da kurulan Etnografya Müzesi ulus kimlik düşüncesi için gerekli olan eşyaların sergilendiği bir projedir. Anıtkabir’den önce Atatürk’ün naaşına da uzun süre ev sahipliği olan bu müze Türk halkının ilk kez resim ve heykel sanatıyla tanışmasının da örneği olmuştur.[5]

İnsanlık tarihine büyük katkılar sunan İslam alimlerinin eserleri rahmetli Fuat Köprülü’nün çabaları olmasa bilinemeyecekti mesela. Onun ömrünü adayarak kurduğu Almanya’daki müzede sergilenen İslam bilim ve sanat tarihi çalışmalarının bir benzerinin İstanbul’da kurulması yine müzeciliğe dair önemli bir gelişmedir. Bugünkü bilimin de temellerinin atıldığı o dönemin neden uzun yıllarca ülkemizde yok sayıldığı ve böylesi bir müzenin neden bu kadar geç ülkemizde gündem olmaya başladığı bir diğer önemli başlıklardan biridir.  

Müzeler hakkında doğru bilgilere ve “görme biçimleri”ne sahip olmak bizi mekan ve bellek ilişkisine dair daha bilinçli bir özneye çevirir. Bakıyor olduğumuz şeyin bize hükmetmesini değil bir özne olarak bizim baktığımız şeyi yorumlamamızı sağlar. “Çocuk ve kamusallık” başlıklarında çok sık karşılaştığımız müzelere dair bu şerhimizin de unutulmamasını temenni eder bir şerh değil temel bir mesele olarak ele alınmasını dilerim.

(fotoğraf alıntıdır)


[1] Antik Yunan’daki “mouseion” kelimesinden türetilmiştir. Türkçesi Musalar demek olup tapınak, tepe ve esin perilerinin toplanması gibi anlamlara gelir.

[2] Batı’da modernizmin seyri olarak okunan müzecilik düşüncesi Osmanlı’ya çok geç gelmiştir. İlk müzecilik örneği I. Abdulmecid döneminde görülmüştür. (1839- 1861)

[3] Hayvanat bahçeleri bilimsel devrimin ve Kolonyalizmin etkisiyle talan edilen topraklardan getirilen “egzotik” bitki ve hayvanların teşhiriyle ortaya çıkmıştır.

[4] Gemilerle Avrupa’ya taşınan Afrikalı insanların tıpkı bir hayvanat bahçesinde olduğu gibi “zoos humains” ismiyle gerçekleştirilen proje. 1800’lerin sonunda başlayan projeye 1960’da son verildi.

[5] Detaylı okuma için “Cumhuriyet Döneminde Kültürel Değişimin Bir Simgesi: Ankara Etnograyfa Müzesi” başlıklı akademik makaleye bakabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir