Prokrustes okulda!

Haydut Prokrustes, bizim Dede Korkut hikâyelerindeki Deli Dumrul’un Yunan Mitolojisindeki bir benzeridir. Ancak benzeridir diyerek Deli Dumrul’a haksızlık etmeyeyim; zira Deli Dumrul, “susuz bir derenin üzerine” kurduğu köprüden geçenlerden beş akçe, o gün sabah kahvaltısında öküz yüreği yediği için geçmekte direnenlerden ise on akçe alan, parasını alamadığını da köprü başında hacamat etmekten çekinmeyen, ortalamanın bir miktar üzerinde sinirli bir divane iken, Prokrustes tam bir hastadır!

Aslında bildiğimiz türden bir hasta da değildir. Yunanîlerin masallarında -sürüsüne kıran girsin- bol miktarda bulunan canavarlardan bir canavar, bir psikopat, bir câni ve sapığın önde gidip, bayrak tutanıdır…

Atina ile Megara yolu üzerinde, işlek bir cadde üzerinde han mıdır, hamam mıdır, yoksa otel midir bilinmez bir mekân işletir. Geleni geçeni tutar, yalvar yakar misafir eder, yedirir içirir. Sonra da yatıya kalmaya ikna eder. Bahtsız misafir bir kere ikna oldu mu, artık geri dönüşü olmaz; Prokrustes, misafirini(!) meşhur paslı karyolasına yatırır.

Bu paslı karyola yatak, tam da Prokrustes’in boyuna göredir. Eğer misafir kısa boylu güdük bir kimse ise, bu canavar, onu kollarından bacaklarından çeke çeke uzatır ve tam yatağın boyuna denk getirir. Yok, biçare misafir, uzun boylu bir insan evladı ise, o vakit yataktan dışarıya taşan kısımlarını keser, adamı güya kısaltır. Bazen de, uzunlardan kestiği parçaları, çeke çeke yeterince uzatamadığı kısalara diker!

İyi de, bu korkunç hikâyeyi ben size neden anlattım şimdi? Sanırım otuz sene kadar önceki ilkokul müdürüm Süleyman Kırmızı yüzünden! Çünkü ne zaman onu hatırlasam aklıma Prokrustes’in paslı karyolası gelir. Ve ne zaman Prokrustes’in paslı karyolasını hatırlasam Süleyman Kırmızı’yı düşünürüm… Müdür Süleyman Kırmızı’nın bir A4 kâğıdını, boyuna tek seferde kesecek kadar uzun ve korkunç bir makası vardı. Özellikle pazartesileri, okulun ana giriş kapısını tutar ve belki kısaları çekip uzatamazdı; ama gözüne uzun gelen saçları, pekâlâ kısaltabilirdi!

Aslına bakarsanız Müdür Süleyman Kırmızı’ya da haksızlık yapmak istemem, neticede adamcağızın elindeki “kılık kıyafet yönetmeliği” kızlara saç örgüsü ve kurdeleyi takdir buyururken, erkeklere de üç numaradan hâllice bir alaburus layık görülmüştü.

En arsız, en yaramaz oğlanlar, “Al sana kısa saç!” dercesine saçlarını sıfır numara kazıtır, güya böylece sistemin tekerine bir çomak sokmuş olurlardı. Tabii saçlar sıfırlanınca yarıla yarıla fiziki haritaya dönmüş kafalarındaki izler ortaya çıkar; fakat keratalar, o izlere dair hikâyeleri, merdikıptinin şecaat arz eylemesi gibi anlatarak, benim gibi sünepelere o biçim hava basarlardı.

Yaramazlıkta oğlanlardan geri kalmayan cimcime kızlar ise, saçlarını ne kadar kısa kestirirlerse kestirsinler, örgüden, kurdeleden kurtulsalar da ucuna minyatür bir lahana iliştirilmiş tuhaf tel tokaları takmaktan, zinhar kurtulamazlardı.

Yönetmelik, böyleydi!

– Dingonun ahırı mı burası! Ha?
– Rahat! Hazıııııırol! Rahat! Hazıııırol! Rahat! Hazıııırol! Rahat! Hazıııırol! Rahat!
– Deerli öğrencile… Şışşşşt arkadakiler! Beşler! Buraya bakın buraya! Maymın gibi sırıtmayın!
– Se.. Se… Ses kontrolllolololol…

Geçenlerde Kuzey Kore’nin artık bir internet fenomeni olmuş efsanevi lideri Kim Jung-un hakkında bir haber gözüme ilişti. Ulu önder Kim Jung-un, vatandaşlarının öyle kafalarına göre saçlarını kestirmelerinin, ülke içinde bir kargaşaya, bir anarşiye, bir disiplinsizliğe sebep olacağı endişesi ile saçların nasıl tıraş edileceğine dair bir talimatname yayınlayıvermiş. Talimatnamede, favorilerin en fazla ne kadar uzun olabileceğine kadar pek çok ayrıntı var. Kulak memesini geçen favoriler, görüldükleri yerde kesiliyor; tabii kulakla birlikte!

Bu haberi görünce aklıma kimler geldi sanıyorsunuz? Elbette Ümmüş Pörtlek İlkokulunun otuz sene kadar önceki müdürü Süleyman Kırmızı ve paslı karyolası ile ağır psikopat Prokrustes!

Aslında Kuzey Kore gerçekten fantastik bir ülke! Tek kötü yanı, Kim Jung-un ışıkları kapattığı için, geceleri erkenden yatıyor olmaları! Fakat çok yakın bir zamana kadar -sebebi ne olursa olsun- saçlarını göstermemeyi tercih eden genç kızları, binbir emekle kazandıkları üniversite kapılarından, ordinaryüs profesör doktor nezaretinde polislere dövdürüp dövdürüp dışarı attırdığımız için, biz de az fantastik bir ülke değilizdir ha!

Hele biraz daha gerilere gidersek şapka giymiyorlar diye onlarca adam hatta “Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki!” diye ağlaya ağlaya darağacına giden, bir de kadın asmışlığımız bile vardır!

Prokrustes’in Okul Sıraları!

“Prokrustes’in yatağı”, tek tipçiliğin, kişilere, toplumlara ve nesillere aynı bakış açısını, aynı düşünme(me) biçimini, cebren kabul ettirmenin, başka türlü fikir üretmeye izin vermemenin, herkesi resmî ideolojinin belirlediği birine -ki bu genellikle o resmî ideolojiyi belirleyen kişidir- benzetmeye, onun gibi düşünmeye, onun gibi inanmaya hatta onun gibi giyinmeye zorlamanın, Antik Çağlardan günümüze kadar gelmiş en çarpıcı simgesidir.

Çağlar boyu “Prokrustes’in yatağı” edebiyatta yahut felsefede, bütün bu anlamları barındıran bir métaphore, bir mecaz olarak kullanıldı.

Bizim henüz yeteri kadar büyük bir masa bulunamadığı için sorunlarını bir türlü üzerine tam olarak yatıramadığımız millî ve resmî eğitim sistemimiz, işte bu metaforun bütün çağrışımlarını, senelerce seve seve omuzlarında taşıdı.

Belki artık eski etkisini yitirdiğini söyleyebiliriz; fakat yılların birikimi ile neredeyse refleks hâline gelmiş “eğitme ve öğretme” biçimlerine dair alışkanlıklarımızdan, tam olarak kurtulduğumuzu söyleyemeyiz!

Çocuklarınızın çantalarında getirip götürdükleri ders kitaplarına arada bir bakın! Ne söylemek istediğimi rahatlıkla anlayabilecek, daha doğrusu çok da zahmete girmeden, kendi gözlerinizle görebileceksiniz…

Elbette onların derslerinde başarılı olmaları, ebeveynler olarak bize çoğu zaman yeterli geldiği için, üzerimizde köhne bir hayalet gibi dolaşan, “sorunu” pek de o kadar sorun olarak görmediğimiz gibi, durup dururken sorun gösterenleri de, görmeyi pek istemeyiz; fakat görsek de görmesek de, her sabah okula öpücüklerle uğurladığımız çocuklarımız, hâlâ Prokrustes’in gölgesi altında, onun sıralarından geçirilmektedir…

Özkan Öze

Bu yazı Çocuk Şehri Dergisi 5. sayıda yayınlanmıştır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir