Mikrotopya Sergisi/ Kadıköy
Kadıköy Feneryolu’nda kentsel dönüşüm nedeniyle bazı binalar yıkılıyor. Bu binalardan birinde “Mikrotopya” isminde bir sanat sergisi düzenleniyor. Ana gövdesi sağlam olan binanın duvarlarını 16 farklı sanatçı çalışmalarıyla süslüyor. Ve bu sergi bina #yıkılanadek açık!
Bu haberi alır almaz acil bir plan yaparak oğlum Mehmet Aziz (6) ile birlikte sergiyi ve yıkık binayı görmeye gittik. Gecekondu mahallelerine yabancı değilim dahası kentsel dönüşüm son on yıldır gündemimde. Yıkık ve harabe yapılar görmeye alışkınım. Ama ilk kez yıkık bir binada sanatsal bir arayışa şahitlik edecektim. Özellikle de oğlumun ne tepki vereceğini çok merak ediyordum.
Serginin olduğu evi bulmamız zor olmadı. Etrafında yeni ve lüks yapıların yükselmeye başlaması ilk intiba olarak belleğimize yerleşti. İçeri girer girmez harabe bir bahçe ve bina ile karşılaşıyoruz. Dış duvarlar galeriye dahil edilmiş. Her taraf moloz yığınıyla dolu.
Yanında altı yaşında bir çocukla yıkık ve tehlikeli bir binayı gezmek biraz gerginlik sebebi. Ama yine de onun yaşayacağı deneyimi önemsiyorum. El ele dikkatli bir şekilde bu harabenin içinde ilginçlikler aramaya başladık.
Binanın yıkılmış ve parçalanmış malzemelerini sergiye dahil etmişler. Bazı köşeler yıkılan bir bina için fazla “estetik” duruyor. Belki de rast gele meydana gelen her yıkıntı geriye görebilene mahsus güzellikler bırakıyordur kim bilir… Resimlerin yanı sıra bazı köşelere estetik müdahalelerin olduğu belli.
Daireler oldukça küçük. Burada kimlerin nasıl yaşadığı sorusu kafamda dönüp durdu sergi boyunca. Pencerelerin odalardan daha büyük olduğu bu binada dışarıyı görmekle dışarıdan görünmek arasında derin farklılıklar olduğunu düşündüm. Her yer yaşanmışlığın göstergesi kıyafetler, yataklar ve eşyalarla dolu. Neden hâlâ buradalar…
Duvardaki resimlerden öfkeyi okumak oldukça kolay. Sert ve keskin çizgiler ölüme, terk edilmişliğe, ıskartaya çıkarılmış olmaya sitem ediyordu sanki. Yıkılmış binalara sinen o ürkme hissini derinleştiriyor bu çizgiler. Ama oğlum pek bir sevdi kuru kafalı, canavarlı, yılanlı çalışmaları…
Yükseldikçe aydınlığı ve genişliği daha çok hissettiğimiz binada resimler bile daha canlıydı sanki. Molozlara bile değmeden yürümeye çalışmamız, perili bir köşkün davetsiz misafiriymişiz de bir sürprizle karşılaşacakmışız havasındaydı… Bir çeşit oyuna çevirdik bu deneyimi.
Rengarenk, cıvıl cıvıl ve eğlence dolu mekanları gezmek ya da doğada bir gezintiye çıkmak dışında ilk kez böylesi bir yeri gören oğluma bazı şeyleri anlatmam gerekiyordu tabi. Iskarta hayatları, yıkıntılar içinde var olmaya çalışan güzellikleri, “öteki” insanları…
Binadan çıkıp arabaya döndüğümüzde ne hissettiğini sordum. Cevabı kısa ve netti: ürperti ve ağır koku. Gerçekten de binada ağır bir koku vardı. Bina yıkılmış da yıllardır içinde biriktirdiği kokuyu dışına salmış gibi bir koku… Ya da gözümüzle tarif edemeyeceğimiz bu yoğunluğu kokular anlatıyordu kim bilir. Çürümüşlüğü kokudan başka ne iyi anlatabilir ki!
Her yerde sıklıkla duyduğum “çocuk ve kentsel yaşam” başlıkları için iyi bir fırsat Mikrotopya’yı gezmek. Çünkü gerçek dünya bu gettoları görmekle mümkün. Bizim kamusal alan dediğimiz aslında gettoları da var eden bir yaşam biçimi: tehlikeli, asla gitmek istemeyeceğimiz, ürperti dolu ve ağır kokulu.
Bu ilginç sergiyi siz de gezmek isterseniz yıkılana dek ücretsiz ziyaret edebilirsiniz.
Feneryolu/ Kadıköy
9 Aralık 2020