Vadi-i Hamuşân Ziyareti

Yine bir Anadolu Hisarı gezintisi sırasında bugün yolumuz Vadi-i Hamuşan’a düştü. Araba yolu kapalıydı ve yayalar için gösterilen yolu mecburen takip edince ne zamandır gelmek isteyip de gelemediğimiz bu vadi’ye işte sonunda vardık. Her şey gibi bu seyahat işleri de nasip işi…

Vadi-i Hamuşân susmuş olanların vadisi demek. Yani mezarlık. Bu ifadeyi ilk kez duyduğumda bu edep ve estetik karşısında içim coşkuyla doldu. Lise yıllarından beri mezarlıklarda dolaşmayı seven biri olarak mezarlıkların yaşayanlara söyleyeceği çok sözü olduğuna inanırım. Ama bu ifadeyi ilk kez duyuyordum. Tabii hemen dilime ve gönlüme yerleşti. Oğlum da bu ifadeyi çok sevdi.

“Selam ey ehl-i kubur” diyerek giriyoruz susanların vadisine. Her mezarlıkta olduğu gibi sessizlik, huşu ve serinlik var. Mezarlıkların insanda bıraktığı hisler sanıyorum kişinin ölüme yüklediği anlamla çok ilgili. Korkulası yerler ya da girilmemesi gereken yerler olarak görmedim hiç bir zaman. Ve oğlumla da fırsat buldukça mezarlık ziyareti yaparız.

Mezarlıkların yaşam alanlarımızın hemen içinde inşa edilmesi ölümle yaşamın iç içe olduğunu ve bunun mimariye yansıyan felsefesini bu ülkenin her bir noktasını gezen kolaylıkla görür. Ne ki dünyevileşip de bir paradigma kayması yaşadığımız için mezarlıklar artık yaşam alanlarının dışına taşınmaya başlandı. Ve maalesef yeni mezarlıklar da mezar tipleri de hiç eskilere benzemiyor. Hayata dair geliştiremediğimiz mefkure ölüm söz konusu olduğunda da gelişmiyor.

Ahmet Haşim Bursa’da bir Fransız ahbabının bahçesini ziyaret eder. Bahçenin sahibi Greguvar Bey bu bahçenin tıpkı bir Osmanlı mezarlığına benzemesi için çalıştığını söyler. Söğüt ve selvi ektiği bahçesinin bir mezarlığa benzeme arzusunu şöyle ifade eder: “Mezarlığı hiçbir millet sizin anladığınız güzel tarzda anlayamamıştır. Frenk mezarlığı ölümün tatlı ve haşin güzelliğini bozar. Orada, sanki taşları daha dik ve köşeli yapan buzlu bir hava dolaşır, sanılır ki her ölü süslü ve sağlam mezarının kapısı arkasında, kendini beğenmişçe bir hırsla saklanmış rahatsız edici ziyaretçiye saldırmaya hazırlanmış bekliyor. Hristiyan mezarlığının ağır sükutunda hissedilen adeta düşmanlıktır. Halbuki sizin mezarlıklarınızın havasında her türlü maddi endişelerin gerginliğinden kurtulmuş bir gülümseme dolaşır. Müslüman mezarlığında insan her ölü için durup ağlamak ister, o kadar her ölü munis ve cana yakındır. Bahçeme mezarlık kokusunu neşredecek ağaçlar dikmekle baharını hazanla yumuşatmak ve ona her mevsim için “fikir”in acı lezzetini vermek istedim.” (Gurebahane-i Laklakan) Şimdi bu anlayıştan ne kadar uzağız değil mi, kendi mezarlıklarımıza bile yabancıyız…

Göksu Deresi’nin hemen yanındaki bu vadi-i hamuşânın tarihi çok eski. Alelade bir tabelada ifade edildiğine göre 1393 tarihinde Yıldırım Beyazıd dönemine ait mezarlıkta çok sayıda eski mezarlık taşları var. Çoğu bakımsızlıktan yıkılmış, kırılmış ve yerleri de kaybolmuş. Bakım olmadığından yazılar da silinmiş. Kaç yüz yıllık mezar taşlarıyla daha yeni dikilen mezar taşlarının yan yana oluşu bile çok etkileyici geldi.

Mezarlık ziyaretleri en çok farklı mezar tipleriyle ilgimizi çeker. Birbirinden farklı mezar tipleri yaşama ve ölüme dair farklı düşüncelerin ve inançların da tezahürü aynı zamanda. Vefat edene karşı hissedilen sevgi ve bu sevginin gösterilme biçimi de yansıyor mezar taşlarına. Çoğu zaman da kültürel bir arkaplanı var mezar taşlarının ve yerlerinin. Belki artık sadece estetikten yoksun bu taşlar için tek öncelik işin ekonomik boyutudur.

Çeşit çeşit ağaçlar ve türlerle mezarlıklar kendi içinde bir ekosistem adeta. Buradaki türlerin tespiti ve şehirdeki koşturmadan ayrı kendi aleminde yaşam için çabalamaları da çok cezbedici olmuştur benim için. Kabrin üzerinde büyüyen bitkiye göre ölenin kişiliği hakkında fikir yürütülür mesela. Vefat eden iyi ve hayırlı bir kimseyse mezarının üzerindeki bitkilerin canlı olduğu, kötü ve hayırsız kimseyse üzerinde ot büyümediği düşünülür. Kocaman bir ağaç görünce mezarda yatan merhum adına sevinç kaplar içimi; tam aksini gördüğümde ise biraz üzülürüm. Ancak yıllar içerisinde mezarlıklar o kadar bakımsız kalıyor ki bu harabelik içerisinde her şey olduğundan farklı görünebilir…

Çocuklarda ölüm teması anlatması çok zor konulardan biridir. Genelde bir anlamlandıramama, bir travma hali olarak beliren ölüm gerçeği sadece pedagojinin bir alanı değildir. Çocuklarla sık sık yapılan mezar ziyaretleri ölüm de tıpkı yaşam gibi varlığın bir zorunluluğu olduğunu kabul etmemizi kolaylaştırır. Bunu en çok Ende’nin Momo’sunu okurken de düşündüm. Mezarlık ziyaretinde bir kez daha aklıma gelen Momo’da, zaman ve ölüm kavramlarının dumura uğradığı modern insanı kendine getirecek şeyin ölüme yüklediği anlamda saklı olduğu anlatılıyordu.

Bitirirken Vadi-i Hamuşân Mehmet Yılmaz’ın dört ciltlik çok kıymetli bir eserinin ismidir. Ölüm kavramı etrafında şekillenen yaklaşık beş bin kelimenin yer aldığı bu çalışma bir nev’i sözlük çalışmasıdır. Çalışmanın amacı, şimdiye dek ele alınmamış, müstakil bir alan olan ölüm kavramının derli toplu kavram çerçevesinin değerlendirilmesidir. Bu kıymetli eser Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları‘ndan pdf olarak da okunabiliyor. Siteyi ziyaret ettiğinizde daha pek çok güzel çalışmanın ücretsiz pdf halini görebilirsiniz. Böylesine önemli eserleri ücretsiz erişime açtığı için Zeytinburnu Belediyesi’ne teşekkür ederim.

25.12.2020
Anadolu Hisarı Mezarlığı/ İstanbul

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir