Ben Bilal!
Çağrı ve Ömer Muhtar filmlerinin senaristi H. A. L. Craig’in kaleme aldığı “Ben Bilal” kitabı, İslam’ın ilk müezzininin hayatının kurgusal bir anlatımı. Bu anlatımda yer alan bazı etkileyici cümleleri sizler için derledik.
- Benim İslam’a inanan üçüncü kişi olduğumu söylüyorlar. Ancak bu, bana verdikleri çok büyük bir paye. Yalnızca dokuzuncu kişiyim. Benim gurur duyduğum şey ise, ilk ashabın en düşük sınıfından olmamdır; çünkü bir taşın altında bulundum. (sf.33)
- Evle alakalı hangi ağır iş olursa olsun, onu yapardı. Tarih bile onu değiştirmedi. Peygamber sonra halife olup dünyanın yarısını irade ederken, orduları imparatorlukları hallaç pamuğu gibi atarken onu nerede bulabilirdiniz? Kapısının önünde ayakkabılarını tamir ederken. (Hz. Ebubekir’den söz ettiği kısım sf. 41)
- Hz. Ebubekir soruyor: “Eğer sana kalem açarsam, yazmayı öğrenir misin?” Soru çokça işitmediğim ölçüde öylesineydi ve neredeyse sorulur cinsten değildi. Yine de bu, köleliği aştığım andı. Ebu Bekir’in benim için verdiği değil, bana verdiği bu şey beni azad etti. 8sf. 43)
- Eğer yeterince uzun yaşarsam, mucizelerden bir şeyler anlayabilirim; elbette birine mucize olan diğerine yalnızca meseldir. (sf.47)
- Kişi bir dağın zirvesinden, küçük meşgaleleri olan başların üstünden ötesini görebilir. Hira’dan Mekke’nin ötesinde kabilelerin hareket ettiği, kervanların yola çıktığı ve çok eski zamanlardan beri çobanların sürülerin gerisinde durdukları kahverengi Hicaz bölgesine bakarsınız. Bu, güzellik ve istila, haşinlik ve uyum içine uzatılmış bir dünyadır. Ancak sessizlikle hareket eder, çünkü bir dağın zirvesinde hiçbir uyumsuzluk veya insan sesi size ulaşmaz. Kulaklarınız Allah’a açıktır. (sf.55)
- Şimdiye geriye dönüp baktığımda, onların beşeri zaaflardan dolayı bizden nefret ettiklerini biliyorum. Hakikatin başını gösterdiği yerde, insanların sanki hayatlarına canavarlar girmiş gibi o başı kesmek için koşuşturmaları nahoş bir gerçek. Hakikat her daim ilkin bir düşman olarak görülmüş, kin ve alakayla saldırıya uğramıştır. (sf.62)
- Çocukların öldürülmesinden kastın ne olduğunu size izah etmeliyim; çünkü otuz yıl içinde Muhammed (a.s.) dünyayı öylesine hızlı döndürdü ki bazen hâlâ üzerinde yürüyüp yürümediğimizi, yıldızlar arasına savrulup savrulmadığımızı merak ediyorum. (sf.64)
- Gökyüzüne baktık; ancak Musa’ya geldiği gibi bize menn (kudret helvası) gelmedi. Hâlâ göğüs germekte ve zulmün, bir insanın belini kırmazsa omurgasını güçlendirdiğini fark etmekteydik. Elbette bu menn’den daha büyük bir lütuftu. (sf. 73)
- İşte Akabe biatı böyle oldu. Kayalıklar arasında kuru bir nehir yatağında gerçekleşti; ama işte ben sadece gördüğünüz gibi Afrika’dan siyahi bir adamım- o gece herhangi bir yerde değil, Allah’ın gönlünde olduğumuzu düşündüm. (sf.89)
- Bu güzergâh binlerce yıldır milyonlarca insan tarafından kat edilmiş ve rüzgar, bu yolcuların her birinin ayak izleri üzerine kum serpmiştir. Bizimkiler hariç. Biz farklıydık. Biz ticari yük değil, Allah’ın yüklediği sorumluluğu taşıyorduk. Dünya durdukça ayak izlerimiz ayan beyan kalacak. Çünkü biz Birinci Yıl’ın Birinci Günüydük; seyahatimiz hicret, takvimimizi tayin etmekteydi. Bizim adımlarımız zamanı başlattı. (sf.92)
- Hepimiz ağır, çirkin, hafif, gizemli, hantal, irice ve ağırca hareket eden hayvanı vahanın derinliklerine doğru takip ediyorduk. Kuyruğuna yapıştık diyemeyeceğim ama onun başıyla birlikte dönüyorduk diyebilirim. o zaman bilmiyorduk, ancak o deve, hörgücünün altında hem bizim yerleşim alanımızı hem de Peygamber’in kabrini barındırıyordu. Peygamber hayatının en önemli siyasi kararını bir yük hayvanına terk ediyordu. (sf. 100)
- İskender’in savaş atı Bucephalus ve Caligula’nın Roma senatörü yaptığı at Incitatus unutulduğunda, hicret biniti Muhammed (a.s.)’in devesi Kusva’ı hâlâ hatırlayacaklar. (sf.100)
- Ben, Bizans’taki İlahi Hikmet Kilisesi’nin kubbesi altında durduğumu söyleyemem, ama ne yaptıysak biz yapmıştık; ibadetimiz için bir ev. O an Hamza, el emeğimize dair kendine has ince sözlerini buyurdu: “Bu Musa’nın beşiği gibi” ve bu karşılaştırma Peygamber’i hoşnut etti. (sf. 105)
- Bir köle olarak eski kaybolması güç dürtülerim, anlamadan bile önce harekete geçmemi öğretmişti bana. Mescitteki her yüzün bana çevrildiğini gördüm; sonra gün ağardı. Ancak benim, İslam’ın sesine dönüşebilecek bir sözüm yoktu. Zeyd elini elime koyup “Keşke benim de İslam’a verecek böylesi bir hediyem olsa” dedi. (sf. 106)
- Aşağı indiğimde Muhammed (a.s.) beni en yakınına oturttu. İnsanlar etrafımızda kümelendiler. Allah Resulü köle çocuğuyla oturmaktaydı. Uzunca bir süre hiçbir şey söylemedi ve kabul etmeliyim ki ben de kendi gizemimde kaybolmuştum. Doğruldu ve beni kollarına aldı. “Bilal mescidimi tamamladın.” (sf.109)
- Bazen ilk savaşları gözlerimizle kazandığımızı düşünüyorum. (sf.111)
- Tüm savaşlarımızda O’nun çizgisini kullandık ve yalnızca O’nu değiştirdiğimizde acı çektik. (sf. 123)
- Ateşimizin yanında durdu, ama hiçbirimiz kalkmadı. Sonra semadan düşmüş gibi ufukta parıldayan binlerce kamp ateşimize baktı. “Muhammed’in krallığı çok genişlemiş” dedi. Bu yanlış ifade benim için çok fazlaydı ve bu sebeple onu düzelttim: “Muhammed (a.s.) bir kral değil, bir peygamberdir.” (sf.139)
- Çıkmamı istediğinde, elbette ki niye çıkmamı istediğini biliyordum. Benim o damdaki varlığım, ezan okumam, İbrahim’in inşa ettiği bu binanın artık Allah’a ibadete açıldığına dair insanlığa bir işaret olacaktı. Peygamber’in dediği gibi, Medine’deki ilk ezanım mescidini tamamlamıştı; şimdiyse ezanım, Kâbe’nin temizlenişinin sembolü olacaktı. (sf. 145)
- Ezanı okudum. İyi de okudum. İyi okuduğumu biliyorum; çünkü Arafat tepesinden yankılanıp geri gelişini işittim. Her kutsal mekân cevap verdi. (sf. 146)
- İki gün koma ve uyanış arasında sürüklendi ve iki gün boyunca, ayaklarımı zihnimden uzaklaşmak için kullandım. Koşmak hariç kapısını asla terk etmedim. Bir suyun diğerinin yapamadığı bir şifaya sahip olduğu umuduyla yedi farklı kuyudan su getirdim. (sf. 151)
- Tekrar asla ezan okuyamadım. Bacaklarım beni tartmıyordu. Kederim beni engelledi. Damda, bir kelimeyi bulup sonra diğerinin yarısını bularak kelimeleri hatırlamaya çabalar halde duruyordum. Adını tamamlayamadım ve dört kez hıçkırarak başa döndüm. Nihayet bana acıdılar ve aşağı inmeme yardım ettiler. (sf. 153)
- Eğer herhangi biri beni hatırlarsa, beni arkadaşlarım hatırlasın. Beni merak eden herhangi birine söyleyin, “Bilal, O’nun yoldaşıydı” deyin. (sf. 157)